21 Mayıs 2016 Cumartesi

Kabak - Üçüncü gün: Akşam

Masallarla kapattığımız bir gecenin sabahında puslu, yağmuru bekleyen bir sabaha uyandık. Gökyüzünün öfkesini sezen deniz daha sakin. Bedenim suya girmekle girmemek arasında çelişkide, gökyüzü tehditkar. Yarın kara bulutların artması bekleniyor. “Şimdi gir yoksa kaçıracaksın” diyor yeni tanıştığım bir kadın. Olması gerekenler, kaçırmamam gerekenler ve keşkeleri azalatma isteğimle boğuşurken bir adam usulca yanımdaki masaya geçiyor. Kıyafetleri toprak, sakalı uzun. Elinde bir kitap. Ayaklarını dayıyor kenara, yaslıyor sırtını. Denize bakıyor, selam verir gibi, sonra satırlarına dönüyor ve kayboluyor. İmreniyorum…karar vermemeye karar veriyorum. Öğlen yemeğim otlardan, meyvelerden ve şifalı tozlardan bir karışım. Dalgaları izliyorum. Önce usul usul, sonra hızla vuruyorlar sahile. Kendimi onların git gellerine bırakıyorum. Yağmur başlıyor. Sahilde insanlar koşuşturuyor. Bekliyorum. Islanıyorum. Yağmur geçiyor. Vakit geliyor. Kalkıyorum. Bir kadından bahsedildi. Masalcı anlattı. Onu görmeye gidiyorum. Henüz bilmiyorum ama randevum bedenimle. Ayaklarında halhallar, kollarında kına, saçları rüzgarda savrulan; kızılın, sarıların, yeşillerin sardığı bir kadın konuşmaya başlıyor. Bedenim usul usul kendini bırakıyor, dönüyor, esniyor. Isınıyorum. Rüzgar artıyor. “Üşüdünüz mü?” Ben ısınıyorum. Yatıyorum, dönüyorum, uzuyorum. Kadının sesi bir geliyor bir kayboluyor. Yatıyorum. Gökyüzünde bulutlar usulca kayıyor, rüzgar ağaçlarda dolanıyor, deniz sahile vuruyor. Bedenim dalgalanıyor, deniz oluyor, biz barışıyoruz. Yürüyorum, şimdi daha yavaş. Bir ağacın altında oturup okumak niyetim. Niyetime yeldeğirmenlerinin ülkesinden bilge bir kadın karışıyor. Savaş zamanı doğmuş, bir çocuk, bir torun yetiştirmiş, bir koca boşamış, 75 yaşını doldurmuş…

Kitabımı kenara koyup onun hikayelerine dalıyorum. Öğreniyorum, dinliyorum, doluyorum. Akşam sessizce sızıyor aramıza, yağmur yağıyor. Oturuyorum. Geçiyor. “Yarın daha çok yağacakmış”, “dersleri napacaklar?” soruları, bilge kadının anlattıklarında kayboluyor. Akşam oluyor, hava kararıyor. Herkes ateşin etrafında toplanmak için birer birer ayrılıyor. Müzik var. İçkiler, kahkahalar, müzik sesleri yükseliyor. Aralarında dolanıyorum. Yavaşca, sessizce ayrılıyorum. Bir köşe bulup oturuyorum.  Sessizliğe kendimi bırakıyorum. Kutu adında bir köpek yanıma yatıyor. Ay yıldızları kapatıyor, ben yazıyorum.

20 Mayıs 2016 Cuma

Kabak - İkinci gün sabah


“Sabah görmeden karar vermeyin, lütfen” Böyle demişti dün akşam turunculu güzel kadın. “Çok beğendim” dediğimde ellerimi tutup bunu istemişti benden. Sabah uyandım. Beton binaların, çöp kamyonlarının, yapılacak işlerin ve gidecek yerlerin giderek silikleşen gölgesinde uyandım. “Yat, uyu biraz daha” desem de uyandım. Alışacak iç saatim, gevşeyecek bedenim, esneyecek ruhum. Herşey çok yavaş, herşey esniyor. Güne hazır, sırtımda kalemim, kağıtlarım, zihnimde alıştırmalarım, kalbimde heyecan çıktım yola. Boşluk içinde sonsuz uzanan zaman. Taze otlar, taze sebzeler, meyveler beni karşıladı. Denize bakan bir masa seçtim. Saate baktım hep. Gitmem gerekiyor, hazırlanmam gerekiyor derken uzun uzun oturdum. Erken vardım. Çimlere uzandım. Bedenlerini esneten insanları izledi bedenim. Katılmak ile katılamamak arasında kaldı. Onun da tadını çıkarttım. Nereye gideceğim, orada ne yapacağımı bilmeden koyuldum tekrar yola. Dar, taşlı yollardan geçtim, otlara değdim, çiçeklere dokundum, derin derin nefes aldım. “Şu merdivenlerden yukarıya çıkınca,” dedi bir kadın. Köşeyi döndüm, merdiven uzadı. Sırtımda yüklerim çıktım, çıktım, çıktım. Toplandık. Birer birer oturdu herkes minderlere. Denizin sesi bize eşlik etti, ağaçlar gölgelerini üzerimize bıraktı, kalemler kağıtların üzerinde kelimeleri yan yana getirdi, hikayeler döküldü, başka yaşamların içine girdik, bir ömrü birlikte yaşadık, bin ömür olduk ve biz yazdık.  

19 Mayıs 2016 Perşembe

Kabak - ilk gece


Pegasus’un kanatlarında uçup geldim. Düzenli yollarda henüz tanımadığım insanlarla bilmediğim bir yere temiz bir arabada yola çıktım. Tepelere, dolana dolana giden yollardan çıktık. Herkes sessiz. Bir kıvrımdan dönünce deniz göründü. Hava kararırken dağların tepesinden ay sisli bulutlar arkasından kendini gösterdi. Hava karardı, yollar daraldı. Uçurumların kenarından aşağıya baktım. Uçmayı hayal ettim. Aşağıya düşmeyi hayal ettim. Yuvarlanmayı, kayalara takıla takıla kendimi aşağıya bırakmayı. Sonra uçurum geçti. Arabamız durdu. Ufak bir ateş yanıyordu. Bir adam bizi sordu. “Burada inecekler, buradan sonrasında biz götüreceğiz” dedi. “Yolu yoktur oranın” demişti birisi bir zamanlar. Çıktık. Çantalarımızı sırtımıza aldık. “Oturun biraz” dedi adam. “Daha var arabanın gelmesine.” Yere serilmiş minderlere oturduk. İnsan gördüğümüz yerde toplaştık. Gülümsedik birbirimize. Tanıştık. “Ben de ilk defa geliyorum”, “Geceleri soğuk olur.” Sohbetimize gece katıldı. Sustuk. Çakıl taşlarını ezerek gelen arabanın sesiyle doğrulduk. “Aracınız geldi!” komutuyla ayaklandık. Şoförümüz İrfan giderek daralan yollardan bizi aşağıya taşıdı.  Beton binaları, araba seslerini, insan kalabalıklarını, tanıdığımız geride bıraktığımız, zihnimize tutunan herşeyi gece yuttu. Gülen yüzler karnımı doyurdu, yatağımı gösterdi. Acelesiz, zamansız bir gecede, yıldızların kendini gösterdiği bir gökyüzünün altında, ellerinde fenerlerle insanlar geçti yanımdan. Yürüdüm, sahile kadar. “Hoşgeldin” dedi turuncular içinde güzel bir kadın. “Yarın nereye gideceğim? Kaçta?”; sorularım çoktu. “Ben seni götüreceğim. Gelmene çok sevindim. Çok istedim” dedi güzel kadın. Sahile yürüdüm. Ateşin etrafında insanlar oturmuş. Köşeye çekildim. Dinledim. “Zihni bırak, doğru olmayı, doğru yapmayı, herşeye bir isim koymayı bırak” dedi ateşin başındaki adam. “Hareketi doğru yapmaya değil, yaparken ne yaptığını hissetmeye odaklan. Hergün sadece bunu yap. Uyum budur.” Kalktım. Dalgaların çağrısına doğru yürüdüm. Ay yükseldi. Denize vurdu. Deniz dalgalandı. Sahile vurdu. “Denizin toprağı yok etme çabası” dedi geçmişten bir ses. Zihnimi dalgalara bıraktım…yok etsinler diye. Ateşin etrafındaki insanları bıraktım. Yürüdüm. Fenerimi hatırladım. Ağaçların altında bir masada oturdum. Köpekler dolandı etrafımda. Sevdim. Sonra yazdım.