19 Kasım 2015 Perşembe

Roman Taslakları - 15

Terk edilmiş bir çocuktum. Bu hayatta herkes kendine bir hikaye biçer. Anlamlandırmak için tek bir soruna, tek bir suçluya bağlamak isteriz yaşanan onca şeyi. O suçlu asla kendimiz olmaz, hep suçu atacak başkaları buluruz. Benim hikayem bir terk edilme hikayesi ve tek suçlusu annemdi.

O bomboş eve döndüğümde, sandviçlerin yanında bıraktığı, bana yazılmış o mektup kendime biçtiğim hikayenin ilk satırları oldu. Annemin bana hazırladığı sandviçleri, beyaz parlak bir ışığın altında, soğuk bir mutfakta, dışarıda yağan yağmurun sesini dinlerken yedim. Babama yazdığı mektubu hiç okumadım. Babam öldükten sonra, eşyalarının arasında bulduğumda bile okumadım. Yaktım. Onun hikayesinin benimkine bulaşmasını, değiştirmesini hiç istemedim. Annemin bıraktığı boş, soğuk ve sessiz evimizde, bana ait tek hikayeye sımsıkı sarıldım.

Konusu belli olan hikayelerde karakterler bellidir, duruşları nettir. Hikayemi bozacak, onu istemediğim yerlere taşıyacak hiç kimseyi ve hiç birşeyi almadım içime. Tek bir son yazdım hikayeme. Değişmeyecek, mutlaka gerçekleşecek tek bir son yazdım: Bir daha sessiz evlerde, yağmurlu günlerde sandviç yemeyecek, yalnız, istenmeyen ve tercih edilemeyecek kadar değersiz bir baş kahraman asla olmayacaktım.

Cesurdur roman kahramanları. Yaralarını önemsemeden, onlara inat yaşarlar. Zamanla yaralardan geriye bir tek iz kalır. Sadece önünde çırılçıplak soyunup sana dokunmasına izin verdiğin insanlara verilir "Burana ne oldu?" sorusunu sorma hakkı. Özenle seçilir o insanlar. Onlar kararlı, istikrarlı ve asla o ilk satırları sana bir daha yazdırmayacak insanlar olmalıdır.  Bu yüzden yalnız yaşar bir çok kahraman. Acı acıyı çekermiş ve insan ne yazdıysa hikayenin devamı da öyle çıkarmış.

Kocamın yanında hiç çırılçıplak olmadım. Karanlık odalarda, yaralara dokunmadan seviştik. Yıllar alışkanlıkları yaratırken, alışkanlıklar yeni satırları yazdı. Hikaye ben fark etmeden değişti. Hiç ummadığım bir anda, tam da hikayenin sonuna geldiğimi sandığımda fark ettim kalemimin yine aynı satırları yazdığını. Onca savaş, mücadele ve dikkat boşa gitmiş, hikaye başladığı yere dönmüştü. Ben yine terk ediliyordum.

6 Kasım 2015 Cuma

Roman Taslakları 14


Doğru var mıdır anne? Bırakıp gitmek mi, kalıp savaşmak mı? Neyle savaşır ki insan? Öylece duruyorum kendi yaşamımın ortasında ve yine 10 yaşındayım, ve yine bilmiyorum ne yapmam gerektiğini ve yine sana soramıyorum. Hiç savaştım mı ben anne? Ben 10 yaşında neyin savaşını vermeliydim? O sevmediğin orospu teyzelere direnmedim. Bulduğum yerde, her ne kadar ısıtmasa da bulduğum tüm sevgi gösterilerini içime aldım. Geri mi çevirmeliydim anne? Saçımı onlar okşadı. Onlar saçımı okşarken babama kayan gözlerine bakmadım. Niye bakayım ki? O senin kocandı ve sen de yoktun. Babamın beceriksiz olduğunu sen gittikten sonra anladım. Yapamadı tek başına. Ne beni ne evi halledemedi. Sen gidince tepinmedim, günlerce ağlamadım, içime kapanmadım ya da hırçın bir çocuk olmadım hiç. Ben kabul ettim, evde olmayan kokunu, okuldan sonra içime attığım kelimelerimi, hikayelerimi. Soru sormamayı, önüme ne gelirse ona odaklanmayı senin yokluğun öğretti bana. Beklemeyi öğrendim, neyi beklediğimden bir haber. Ve işte şimdi anne, yine bekliyorum. Gitmedim ona, mektupları gösterip hesap sormadım. Ödüm kopuyor anne...gidecek diye. Ben gidenlerin ardından sadece beklemeyi biliyorum. Ben savaşmayı bilmiyorum anne.

21 Eylül 2015 Pazartesi

Roman Taslakları 13


Aynalarda kendine bakıyorsun, suçlu arar gibi. Suçladığın hep kendin oluyorsun sonunda. Sen birşey yapmadın kızım. Adam başkasını sevdi. Hayat bazen bu kadar yalın, bu kadar düz oluyor. İnanmak bize zor geliyor. O gitmek isteyince senin değerin mi düştü kızım? Kimse belirleyemez bir başkasının değerini. Bana kızgınsın biliyorum. Yine terk edildin onu da biliyorum. Baban bana yetmedi kızım. Evim, ailem, sen...bunlarla doyamadım ben. Seni sevdiğimi sana göstermek uğruna kendimden vazgeçemedim kızım. Belki de insan dediğin bu kadardır. Seni var etmek için kendimi yok edemedim. Belki kendimi daha çok sevdim. Suçlu aramak ne işine yarıyor. Yıllarca suçlamadın mı beni? Şimdi aldın evini açtın. Ne oldu? Güldün bu sabah aynadaki aksine. Sonra kızdın. Gözlerinin altındaki torbaları çekiştirip, yüzünü gerdin. Güzellik tende başlamaz kızım, tene yansır. Ne çirkin kadınlar, adamlar tanıdım...ruhunu gösterdiğinde güzel olduğunu fark ettiğim. Çekiştirme yüzünü, bakıp durma sadece teni gösteren aynalara. Gülmek içten gelir kızım. “O beni güldürüyor, seninle eskiden güldüğümüz gibi gülüyoruz.” dedi biliyorum. Kızma kendine, suçlu arama. O sahte gülüşlerle kandırmaya çalışma kendini. Sen gülmeyi ne zaman bıraktın, ruhun onu hangi çekmeceye kaldırdı, git onu bul. Ruhunu geri çağır, ona güzellikler yaşat ki tekrar kahkaha atsın. O zaman aynaların yalanlarına kanmayacaksın kızım, belki o zaman biz seninle birbirimize bakabileceğiz. 

19 Eylül 2015 Cumartesi

Roman Taslakları 12


Yıllar içinde anladım herşeyin annelerle başladığını ve ancak orada biteceğini. Benim annem hiç beni bırakmadı, nefes aldırmadı, her an yanımdaydı, yemekler pişirdi, ütüler yaptı, saçlarımı taradı. Ben onun herşeyi oldum. Çok sevilerek büyüdüm kızım. O kadar sevildim ki nefes alamaz oldum, boğuldum. Gücüm yettiğinde de ittirdim, uzaklaştırdım. Babanda aldım soluğu. O benim kaçışımdı, annemin nefesinden kurtuluşumdu. Belki de seni o kadar kolay bırakabilmem bundandır, kim bilir. Anneannen, sen doğduğunda çoktan ölmüştü, onu tanımanı isterdim. Ben ikinize de yaramadım, belki siz birbirinize iyi gelirdiniz. Onun kabullendiği tüm kalıpları red ederek büyüdüm ben. Sen o kalıpların hepsini kabullendin, anneannen gibi, sevdin onları, belki de bana inat. İyi bir eş, iyi bir anne olursan kimse seni terk etmez sandın. Ne çok mücadele verdin bu boktan sıfatlar için. O kadar bağlandın ki o sıfatlarına, tanımlarına esnekliğini kaybettin kızım. Kaskatı kaldın. Akmayan nehirlerin kenarına ev yapılmaz, kimse orada fazla kalmaz kızım. Durgun sular kirlenir, hastalık barındırır. Akman lazım kızım. Ak, daha da geç olmadan.

4 Eylül 2015 Cuma

Roman Taslakları 11


Bir çocuk Bodrum’da sahile vurmuş. Dinlemek istemiyorum. Televizyonu kapatıyorum, tam da ölmüş dediklerinde. Savaş, dağılan ülkeler, dağılan aileler. Bilinmezliğe can havliyle kendini atan insanlarla doluyor içim. “Başka çaresi kalmasaydı, insan denizin ortasında bir bota çocuğunu bindirir miydi?” sorusu sabahtan beri beynimde dolanıyor. İkinci dünya savaşında çocuklarını trene bindiren yahudi ailelerin fotoğrafları geliyor gözümün önüne. İngiltereye tek başına yolladıkları çocuklar, ellerinde ayıları, çantaları, gözlerinde dehşeti hatırlıyorum. Bir kahve koyuyorum kendime. Her gece gidip bakardım kızlara. Uyudular mı diye bakıyordum sözde. Nefeslerini dinlerdim hep. Sevmenin ötesinde sevdim onları anne, içime çektim kokularını. Kendimde eksik hissetiklerimi hep onlarda yaşamaya çalıştım belki de. İnsan o kurtulsun diye ayrılmayı göze alıyor, bilinmeze yolcu ediyor. Belki de haber alamayacağını bile bile onu gönderiyor. Yalnız kalacağını korkacağını, ağlayıp yardım alamayacağını düşünürken yollamak ve ummak, daha iyi bir geleceğe gittiğini. Sen geliyorsun aklıma anne. Kafam karışıyor. O televizyonu kapattığımda sahile vuran çocuk orada yatarken ben dolaptan etleri çıkartıyorum. Soğanı doğrayıp kavuruyorum. Akşama yemek yapmak gerekiyor. Balkonda şarap içiyorlar, kahkahaları geliyor. Hayat normalmiş gibi devam ediyor. Belki de normal olan budur anne. Ne bileyim, ben de şaşırdım normali. Otomatiğe bağlanmış gibi ilerliyorum dünden beri. Zihnimden onları çıkartamıyorum. Hayallerimde o güzel bir kadın, güzel sevişiyor, kocamı içine alıyor, ona gülüyor. Kovuyorum, görüntüler gitmiyor. Bir onları bir çocuğu görüyorum. Soğanları kavuruyorum. Güneş yavaş yavaş iniyor. Işıkları sarı sarı vuruyor binalara. Soğan kokusu mutfağa yayılıyor. Tencereyi karıştırırken müştemilata takılıyor gözüm.

3 Eylül 2015 Perşembe

Roman Taslakları 10

Derin denizlerde yüzmek cesaret ister kızım. Dalmak, nefessiz kalmak, yüzeyde varlığından bile haberdar olmadığın bir yaşama şahit olmak. Orada olmadıkları gün, bildiğin, yüzeyde gördüğün herşeyin değişeceğini anlamak. Korkmamak bilmediklerinden belki de derine dalmak. Varlığını bilip ona göre yüzmek. Sen hiç derine dalmadın kızım. Cesaretsiz yaşadın, hep korktun. Ayağını doğru yere basmaya çalıştın, bastığın yerler seni ürküttü. Dokunduklarını, gereğinden fazla sandın. Duygularından kaçma, yüzeydeki davranışların derinlerde yatan fark etmediğin nedenlerini, yaşanmışlıklarını sadece izle. Değiştiremeyeceklerini, yaşanmış ne varsa kabul edip yüzmeye devam et. Belki de savaşı bitirebilirsin. Ben bitirdim. Seni bıraktım diye kendimi suçlamayı bıraktım. Hatalarımın hepsi benimdi, hepsini kabul ettim. Nereye bastığımı bilmesem de basmadan yaşayamayacağımı anladım. Bastığım her taş içimdeki korkuyu aldı götürdü. Yüzmekle yetin kızım, yüzerken mutlu olmayı bil. Ne zordur bunlar kızım, ne zordur o derin sularda yüzme cesaretini göstermek. Canavar sandıklarınla yüzleşmek ve belki de canavar olmadıklarını fark etmek. Savaş bittiğinde boşlukta kalmak. Kalabilmek. Nefes alamadığım, canımın acıdığı, hata yaptım sandığım çok denize girdim. Kendimi teslim ettiğimde boşluk beni karşıladı. Boşluğu doldurma arzusuna isyan ettim hep. Boşlukları doldurmayı bıraktım,  oturup bekledim. Boşluğa izin verirsen kızım, gelmesi gereken her neyse o gelir. Buna güvensen rahatlayacaksın. İyiye, kötüye takılmadan, hiç birşeyi etiketlemeden herşeye şahit olmak zordur. İzin ver kızım...başkalarına, kendine ve yaşama izin ver. Kontrol sende değil hiç olmadı.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Roman Taslakları 9

İnsan kendi çocuğunu nasıl terk eder anne? Kendi içinden çıkarttığını, parçanı bırakıp gidecek kadar seni iten, dayanamayacak kadar daraltan neydi? İçim boş. O boşluğa dalıyorum. Kuyulara dalma kızım derdin. Dalıyorum, belki de sana inat. Dokuz muydum, on mu? kim bilir. Sen hatırlıyor musun anne? Okul sonrasındaydı. Mutfakta sıcak börek, çantamda sana anlatacaklarımla eve geldim. Soğuk, kokusuz bir mutfakta oturan babamı buldum. "Annem?" Garip bir soru aslında. "Çıktı. Gelir" demişti. Herşeyi belki de o an anlamıştım. Belki de bir yanım senin gideceğini hep bildi, hep tedirgin yaşadım. O güne ait hatırladığım bir rahatlama hissi var, bir yere yerleştiremediğim. Babam sandviç yaptı bana, salamlı, kaşarlı. Yavan, kuru, tatsız bir geceye uygun tatsız, sessiz bir sofrada yedim sandviçimi; çantamı odaya koymadan, formamı değiştirmeden. Buzdolabının mekanik uğultusu, sokaktan geçen arabaların yağmur suyunu delen lastikleri, giderek uzaklaşan motor sesleri seni evimizden, o mutfaktan, benim yaşamımdan aldı götürdü. Ağır bir boşluğa karardı gece. Babam gazeteye bakar gibi oturdu. Sayfa çevirmedi. Arada telefon gelince "Bilmiyorum" dedi sık sık o gece arayanlara. Ne bir mektup, ne bir açıklama vermeden yok oldun anne. Jack denen o pezevenkle Hindistan'ın ve birbirinizin her köşesini keşfederken hiç mi düşünmedin okuldan eve geldiğimde karşılaşacağım o soğuk mutfağı. İnsan kendi çocuğunu nasıl terk eder anne? "Baban vardı kızım" demiştin yıllar sonra sana sorduğumda. Babam. Kendin tahammül edemediğin adamı bana bırakıp gittin anne.

27 Ağustos 2015 Perşembe

Roman Taslakları 8

Herşey çatlar. O çatlaklardan sızar, yıllardır içinde kalanlar. Belki vakti gelmiştir, belki erken belki de geç kalınmıştır. Farketmez, sızar. İlk çocuğumuz öldüğünde çatladık biz. Zaten ben çatlak gelmiştim bize, sen de. Bizim evde kırılan, çatlayan şeyler atılmazdı. Tamir edildi. Ben de öyle yaptım. Ya da yaptığımı sandım. Belki de sadece üstünü örttüm, biraz tutkal, biraz boya ve rafa kaldırınca çatlakları hiç görünmedi. Kimse benim bildiğimi, senin bildiğini bilmedi. Halbuki evliliğimiz tam da orta yerinden çatlamıştı. Sonrasında aramıza giren sessizlikler, konuşulmamış herşey büyüdü, oluruna bıraktık. Senin o çatlaklara bakacak gücün olmadı bense her gün baktım, kurcaladım, zaman acıları harmanladı, sardı, sarmaladı, çığlıklarımızı o çatlaklara gömdü. Sonradan gelen iki kızımız kapatamadı hiç bir zaman o çatlakları. Evliliğimiz kırık bir vazo, çocuklarımız su arayan, korunması gereken, doyurulmaya muhtaç çiçeklerdi. Bizde yapılabilecek tek şeyi yaptık o gün. Vazoyu el birliği ile yapıştırdık. Tutkalı daha kalın sürdük, boyasına daha çok özen gösterdik. O iki çiçek vazonun içindeki o suda büyüdü. Çiçeğe görünmez çatlaklar ama hep hissettiklerini bildim. Sinirli oldu biri. Hep kızgın, herşeyde kusur arayan, hayata güvenmeyen bir kadına dönüştü. Diğeri suda öfke kalmayınca kalan her ne varsa onları aldı. Onun rengi daha canlı, yüzü daha aydınlık oldu. Onlar o çatlak vazoda birbirlerine kenetlendiler, neyle savaşmaları gerektiğini bilmeden neye karşı koruduklarını bilmeden savaştılar. Ben. Ben vazodaki çatlakları farketmesinler derken, hergün o çatlakları kontrol altında tutarken çiçeklere bakmayı unuttum. Asla terk etmem çocuklarımı derken, onların gözü önünde gitmeden gittim hayatlarından. Annem benden daha cesur çıktı.

23 Ağustos 2015 Pazar

Roman Taslakları 7

Dünyayı düzeltmek sana mı kaldı kızım? Dünya kırık oyuncaklar dükkanı bizlerse oyuncaklar. Hangisini tamir edeceksin? Hangi kırılmış oyuncakla başlayacaksın kızım? Tamir ettiğin, "tam" yapmaya çalıştığın her oyuncak senden neyi eksiltecek. Evliliğimin yürümediğini anlamak on yılımı aldı. Seni doğurduğumda bir çok kadın gibi ben de çocuğumun bizi tamamlayacağına inandım. Sen babanın kayıtsızlığı, ilgisizliği ve kaçışları ile kırılan ruhumu tamir edecektin. Ne büyük bir misyon vermişim sana kızım. Özür dilerim. Sen bizi tamamlayacaktın. Başaramadın. İlk zamanlar bebek kokun, sabah gülücüklerin tüm çatlakları kapattı. Babanın yüzü güldü, paylaştık seni, sen bizim tutkalımız oldun. Bazı şeyler çatlayınca, kırılınca yapıştırılır, bazıları bir daha asla bir araya gelemez. Ama bir gerçek var ki kızım, bir kere çatlayan hiç birşey bir daha aynı olamaz. Yavaş yavaş dağıldı tutkallarımız, çatlaklar açıldı. Elimde benden herşeyi bekleyen bir bebek, eve geç gelen bir koca, bir türlü baş edemediğim ev işleri kaldığında örtmeye çalıştığım çatlaklar genişledi, büyüdü. İnsanlar tamdır kızım. Hiç kimse seni eksiltemez, arttıramaz. Neysek oyuz. Başka insanlar, başka yaşamlar eşlik eder bize. Eksik olmayan birşey tamamlanamaz. Sen hiç bir zaman eksik değildin. Ben huzursuzdum kızım. Ne ben seni ne de sen beni tamamlayamazdık. O zamanlar atamadım içimde o eksiklik duygusunu. Yeniliğe bağımlılığım o yıllarda başladı. Bir ayaş gibi yeniliği sürekli içmek istedim. Önce evi yeniledim, sonra dolabımı ve kendimi. Doymadım, kurslara katıldım. Öğrendiklerim başka bir yeniliğin sarhoşluğunda yarım kaldı. Önce zararsız sularda yüzdüm kızım. Bilemedim bağımlılığın insanı nasıl pençesine alıp parçaladığını...o yıllarda hiç bilemedim.

21 Ağustos 2015 Cuma

Roman Taslakları 6

İnsan kendi içine uzaktır. Ne kadar yakın durursan o kadar kör olursun. Dışarıya bakıp dünyayı anlamlandırmak ne kadar kolaysa içeriden nefesini duyacak kadar yakın durduğun birini tanımak o kadar zordur kızım. Kendimi görmek için başkalarına bakmayı öğrendiğimde gitmem gerektiğini gördüm. Baban, tenim kadar bana yakın o adamı içimden ayırıp kendima dışarıdan bakmak, işte o zordu. Yaptığımda en yakın gerçeğim bana baktı. Ütülü çarşaflarla örttüğüm, havalansın diye açtığım, parlasın diye ovduğum her yanımı baban anlattı bana. O benden uzaklaştıkça korkularım, heyecanlarım, kendimi kısıtladığım yerlerim, içime sıkıştırdıklarım hikayelerini tek tek açtılar bana. Babanı tenimden söktüğümde açtığım kapı bir daha kapanmadı. Uzun süre öyle aralık kaldı. Açmak zorken o kapıdan geçmek meğer daha da zormuş, onu gördüm. Sesler gelirdi o aralıktan, kendi seslerim, bağıran, fısıldayan, ağlayan seslerim. Ben mi geçtim o kapıdan, birisi mi itti bilmiyorum, fark eder mi? Bilmiyorum. Tek bildiğim o kapıdan kaçtım kızım. Başka kapılardan geçtim, çok aralık kapı bıraktım arkamda. Bazı kapılar öyle aralanır ki, dayanamaz girersin. Acılar, yaşanmışlıklar, kıyıda köşede gölgelere saklanmış parçaların çırılçıplak, aç, dökülür ortaya. Ağlarsın. Susmadan duramadan, sanki için boşalacakmış gibi ağlarsın. Sen neden hala ağlamıyorsun kızım? Kapı açıldı, ardına kadar. Neden hala geçmiyorsun kızım?

20 Ağustos 2015 Perşembe

Roman Taslakları 5

"Antalya'da tanıştık."
Koltukta uyuklamıştım. Saat kaç bilemedim. Gece olmuş, herkes yatmış, siz mutfaktaydınız. Onun sesiyle uyandım. Kalkarsam rahatsız ederim sizi diye oturdum, gözlerim kapalı dinledim. İnsan kendi yavrusuna kendi ne kadar acı verirse versin, bu hakkı başkasına vermez...veriyorum, kalkamıyorum. Annen miyim ben artık, bilmiyorum. Anne doğuran mıdır? Anne terk etmeyen, kendini yok ederken seni var eden midir? Yoksa anne çekip giden, kendi arzularını yaşama hakkı veren midir? Kendimi hangi kılıfa sokmaya çalışırsam çalışayım olmuyor. Sen hep benden uzak duruyorsun.
"Sonra başka toplantılarda karşılaştık. Facebook'ta yazışmalar derken..."
Sesi gecenin içinden kaybolup giden bir araba gibi eriyor. Kalkıp seni oradan almak istiyorum. Kalkamıyorum. Keşke bir zamanlar birisi beni o kapıdan çıkarken durdursaydı dediğim günler olmuştu. O keşkelerimde hep sen vardın kızım. Ama sana evet demek kendime hayır demek ve seni içi boş, müsvedde bir kadın, sahte bir anne ile bırakmaktı. Seni duymuyorum. Bana sabah bağırırken "Kendini haklı çıkartmaya çalışıp durma anne! Sen gittin. O kadar!" diye avazı çıktığı kadar bana kızan o kadına ne oldu.  Konuşmuyorsun, ağlamıyorsun, kızmıyorsun. Seni ben mi böyle yaptım kızım? Balkona çıkıp sigara içmek istiyorum. Konuşuyor o kocan yine... "Beni güldürüyor. Çok uzun zamandır gülmüyormuşum meğer. Seninle güldüğümüz gibi gülüyoruz onunla...." susuyor bir süre. Kalkıp annelerin çocuklarının ağızına vurduğu gibi onun ağızına vurmak istiyorum. "Öyle başladı...sonra ...kontrolden çıktı." Başımı çevirip pencereden bahçenin karanlığına bakıyorum. Ay çıkmış. Işığı bahçeye yer yer dokunuyor... gözüm müştemilata takılıyor.

16 Ağustos 2015 Pazar

Roman Taslakları 4

Savaşta gibisin kızım. Kendine açtığın bir savaşın içinde salınıp duruyorsun. Sığındığın toprak parçasından yıllardır kopup yükselmek, denize açılıp tekrar tuzu yüzünde hissetmek istiyorsun ama... Yelkenlerin yorgun, ellerin ipleri çekmekten yanmış, tükenmiş gibisin. Demir attığın limanlar sana denizi unutturdu. Koyların dinginliği çökmüş üzerine, denize bakıp neye hasret duyduğunu hatırlamadan yaşıyorsun. Kasaba halkına karıştın, aile yaptın onları, unuttun fırtınaları. Kocan tekne yapıyor kızım, gitmeye niyet etti. Birinizin gitmesi gerekiyordu, sen çıkmayınca denize adam deneyecek. Yelkenliler limanlarda uzun kalmaz kızım. Ne limanın ne teknenin doğasına uymaz. Limanlar hareketi sever, geleni olsun, gideni olsun ister. Döndüğünde kucak açmak seni içine almak ister. Yelkenler rüzgarı sever, katlanmış, sarılımış, öyle durmak onların doğasına aykırı. Aç şu yelkenlerini kızım... Bu adam teknesini bile topraktan yaptı. Gidemez. Gidebileceğine inandırma onu. O denizi sakin bilir, usulca kıyıya vuran dalgaların sesini tanır. Senin denizlerin ona anlatılan hikayelerdir. Fırtınayı bilmeyen bu adamı fırtınaya atma. Çok geç olmadan aç yelkenlerini, dönecek bir liman bırak kendine kızım. Benim yaptıklarımı yapma.